Onur Özgen's Avatar

Onur Özgen

@onurozgen.bsky.social

Gazeteci, yazar, editör | Evrensel • BirGün Pazar • Bundle • Vesaire • Ayrım Dergi | Mecra: https://onurozgen.substack.com/

630 Followers  |  191 Following  |  87 Posts  |  Joined: 04.04.2025  |  2.0096

Latest posts by onurozgen.bsky.social on Bluesky

Beşiktaş için hâlâ samimi olarak dertlenenler için çok üzülüyorum. Kendim dâhil. Ama ne yazık ki Beşiktaş hak ettiğini yaşıyor. Bu şekilde yönetildiği müddetçe daha kötü günler de kapıda bekliyor.

18.10.2025 17:21 — 👍 2    🔁 1    💬 0    📌 0
Preview
Görünen gerçeklerin ardındaki basit gerçekler Abbas Kiyarüstemi’nin sineması, özellikle son otuz yılda, uluslararası film eleştirisinin hatırı sayılır bir kesiminin merakını cezbetti ve hâlâ cezbetmeye devam ediyor. İranlı yönetmenin geniş kül…

Abbas Kiyarüstemi'nin güzelim filmi "Yakın Plan"ı @vesaire.press için yazdım.

Film, Othon Cinema'nın sunumuyla yarın akşam İstanbul ve Ankara'da gösterilecek.

18.10.2025 12:05 — 👍 3    🔁 1    💬 0    📌 0
Post image

Camus gibi, hayat ve ahlâk hakkında bildiğim her şeyi futboldan öğrenmesem de, futbolun bu konuda bana da çok yardımı olduğunu söyleyebilirim.

Futbol ve ahlâk üzerine düşünceler, bugün Evrensel'de.

Okumak için: www.evrensel.net/yazi/97908/f...

18.10.2025 08:53 — 👍 1    🔁 0    💬 0    📌 0
Preview
Futbol ve ahlâk üzerine düşünceler Hakem düdüğüyle başlayan bir tören değildir futbol; kusurlarıyla yaşayan bir alışkanlıktır. Onu ahlâkın sınandığı bir laboratuvar gibi görmek, en başta kategorik bir yanılgıdır. Çünkü oyun, içinde doğduğu dünyanın aklıyla çalışır. Dünyada güç nasıl işliyorsa, futbolda da öyle: Kurallar var ama çıkar güçlü; adalet arzu ediliyor ama sonuç belirleyici. Bu yüzden sahada gördüğümüz çoğu şey, dışarıdaki hayatın sade bir yansımasıdır —kimi zaman da büyütülmüş bir kopyası. O hâlde adalet beklentisini merkeze koymak, oyunu yanlış yerden okumaktır. “Âdil bir futbol” talebi, kulağa soylu gelse de yapısal gerçeklerle çakışır. Birincisi, baskın psikoloji: Tribün kimliği. Taraftarlık, dünyayı iki renge indirir. Aynı pozisyonu kendi lehimize yorumlamak için özel bir çabaya bile ihtiyaç yoktur; zihnin hazır önyargıları çalışır. Grup aidiyeti, adalet talebini hemen bükebilir. Bu refleks, her maç yeniden üretilir. Kimin “haklı” olduğuna ilişkin kanaat, çoğu kez sonucun gölgesinde şekillenir; pozisyonun kendisi değil, tabeladaki sayı belirler ölçüyü. İkincisi, dilin kılıfı. Örneğin maç içinde zaman çalmak “tecrübe”, hakemi aldatmak “kurnazlık” adını alır. Sözcükler, davranışın niteliğini dönüştürmez ama algıyı dönüştürür. Böylece “yapılabilir olan” ile “yapılması gereken” arasındaki çizgi sessizce kayar. Kuralın dışına taşmanın utancı azalır; başarı anlatısı içine gizlenir. Dürüstlük, “safdillik” diye kenara itilirken, kurnazlık “oyunun gerçeği” diye merkezî bir değere dönüşür. Üçüncüsü, teşvik sistemi. Futbol artık büyük bir iş. Her bir puanın ciddi bir parasal karşılığı var. Teknik direktörün koltuğu haftalık form grafiğine bağlanır; oyuncunun sözleşmesi gol ve asist sayısıyla nefes alır. Böyle bir iklimde “en doğru” davranış, çoğu zaman “en kazançlı” olanla çakışır. Ahlâk, mâliyet kalemi gibi görünmeye başlar. Kulüp sözcüleri, federasyonlar, hakem kurulları… Hepsi, dışarıdaki güç dengeleri gibi konuşur. O yüzden “adalet” dendiğinde anlaşılan, çoğu kez “bizim çıkarımıza uygun karar”dır. Bu da beklentiyi daha doğmadan tüketir. Dördüncüsü, teknoloji yanılgısı. VAR gibi araçlar adalete yaklaşmak için devreye girdi. Yaklaştık mı? Belki bazı uçurumlarda, evet. Ama teknoloji, ahlâk üretmez; yalnızca görüntüyü keskinleştirir. Gri alanlar geniştir: “Temas var mıydı?​”, “Şiddeti yeterli miydi?​”, “Niyet nasıldı?​” Bu soruların hiçbirini kamera tek başına yanıtlayamaz. Yorumun payı asla sıfırlanmaz. Sonuçta “adalet” dediğimiz şey, yalnızca saniye saniye büyütülmüş bir fotoğraf değil; ortak hissin, ortak beklentinin, ortak terbiyenin bileşkesidir. O bileşke, sahaya girmeden önce toplumda kurulur ya da kurulamaz. Futbolun ahlâkı Tüm bunların ışığında, futboldan kapsamlı bir ahlâk dersi beklemek yersiz. Tam tersine, oyun bize şunu tekrar hatırlatır: Dünyada âdil olan çok az; sahada da az olacak. Bu tespit, bir teslimiyet çağrısı değil; doğru ölçek çağrısı. Zira beklenti yanlış kurulunca hayâl kırıklığı da kalıcı oluyor. “Futbol niçin âdil değil?​” sorusunun cevabı, “Çünkü hayat da değil” kadar basit ve rahatsız edici. Oyunun ritüeli, bu rahatsızlığı unutturmak için var. Bağırırız, seviniriz, öfkeleniriz; ama adalet duygusunu tatmin etmek için değil, aidiyetimizi tazelemek için. Böyle bakınca, sahadaki “ufak sadakatsizlikler”in niçin bu denli yaygın olduğunu anlamak kolaylaşıyor. Duran topu birkaç santim öne çekmek, taç atışını bir iki adım ileriden kullanmak, rakibin hızını kesmek için yere kolayca düşmek… Hepsi, tribünün kabul sınırları içinde kalırsa “akıllılık” diye anlatılır. Çocuklar da bunu duyarak büyür. Peki bu tablo bize ne söyler? Öncelikle, “futbolun ahlâkı” ile “ahlâklı futbol” ayrımını netleştirmeyi. Birincisi, oyunun fiilî işleyişidir: Kurnazlığın değer, dürüstlüğün safdillik sayıldığı düzen. İkincisi ise bir temennidir ve onu oyunun içinden, kendi başına doğuramayız. Antrenman sahasında “değerler eğitimi” verilebilir; ama bu, makasın yalnızca bir yaprağıdır. Diğer yaprak, dışarıdaki hayatın işleyişidir. Orada başka bir dil, başka bir hukuk, başka bir adalet eğitimi yoksa; sahadaki iyi niyet kırılgan kalır. “Çözüm” kelimesi de bu nedenle abartılı. Futbol, toplumun çözemediğini çözmez. En fazla, yer yer frenler, bazen de hızlandırır. Bize düşen, oyunu bir ahlâk makinesi sanmamak; onu olması gerektiği ölçekte değerlendirmek. Bu çerçeve, romantizmi değil gerçekçiliği gözetir. Romantik beklenti, en küçük kararda bile “adalet” görmek ister; göremeyince öfkeye döner. Gerçekçi beklenti, oyunun doğasını baştan kabul eder: Hakemin hatası, oyuncunun dalaveresi, tribünün ikiyüzlülüğü —hepsi paketin içindedir. “Sıfır hata” hedefi, bu pakete dışarıdan yapıştırılmış bir ahlâk etiketidir; gerçekte tutmaz. Bu kabul, sevinci eksiltmek zorunda değil. Bilakis, şaşkınlığı azaltır. Bir maçta beklenmedik bir centilmenlik gördüğümüzde onu “doğru olanın mecburî icrası” diye değil, “nadiren gelen bir armağan” diye okuruz. Armağan, değerini istisna oluşundan alır. İstisna, bizi iyi hissettirir; ama kuralın yerini almaz. Bu ayrımı bilmek, oyunu daha temiz kılar: Çünkü artık ondan dünyayı kurtarmasını beklemeyiz. Ahlâklı bir futbol mümkün mü? “Peki hiçbir şey talep etmeyelim mi?​” Talep edelim elbette, ama yerinden. Talebin adresi, futbolun dışıdır. Kurulacak daha âdil bir hayat, dolaylı olarak oyuna da sızar. Futbol, sahanın dışında yaşanan bu değişimi hızla kopyalar. Dışarıdaki şiddet dilinin kısılması, içerideki itiş kakışın dozunu düşürür. Dışarıdaki kurumların tutarlılığı, içerideki hakemin elini güçlendirir. Dışarıda yalana düşük tolerans, içeride sahtekârlığa alkışın azalması demektir. Bu arada, oyunun içinden yapılabilecekler yok mu? Elbette var, ama ölçülü: Şike ve şiddet gibi kırmızı çizgilere sert ve tutarlı yaptırımlar, kamuya açık şeffaf raporlama, hakemlerin performans kriterlerinin netleşmesi, medya yayınlarında dil standartları… Fakat bunların bile “ahlâkı üretmek” değil, “aşırıya giden sapmaları dizginlemek” hedefi taşıdığını unutmadan. Bu, bir tür “ahlâk minimalizmi”: Asgarî müşterekleri korumak. Sonuçta, futbola dair adalet tartışması, toplumsal aynanın karşısında yapılan bir konuşma. Aynada gördüğümüz şey hoşumuza gitmeyebilir. Camı suçlamak kolaydır; ama camı parlatmak görüntüyü değiştirir, gerçeği değil. Futbolu parlatmak da böyledir: Işığı artırır, kusuru saklamaz. O hâlde, oyundan beklediğimizi topluma yükleyelim; toplumdan beklediğimizi oyuna değil. Bu, talebin yerini düzeltir. Ve evet, bazen o nadir anlar gelir: Bir oyuncu, kendi lehine çalınan hatalı kararı düzeltir; başka bir oyuncu, sakatlanan rakip oyuncu için topu taca yollar; bir tribün, yalandan kendini yere atan kendi oyuncusuna tepki gösterir. Bu anlar, bir öğretinin meyvesi değil; tekil vicdanların kısa parıltılarıdır. Onları çoğaltmanın yolu, sahada değil, sahaya gelmeden önceki hayatta —okulda, evde, işte— başlar. Futbol, ancak o zaman biraz daha az abartır gerçekliği. Ama hiçbir zaman “ideal dünya”ya dönüşmez. Dönüşmek zorunda da değildir. Beklentiyi buraya koyduğumuzda, hem oyunu daha az kırarız hem kendimizi. Adalet, futbolda bir hak iddiasından çok, nadiren denk düşen bir tesadüftür. Tesadüfe seviniriz; ama onu kural diye yazmayız. Kural, rekabettir. Rekabetin içinden çekip çıkarabileceğimiz en makul şey, ölçüdür. Ölçü, tribünde bağırmanın da, sahada kazanmanın da tonunu ayarlar. Gerisi, hayata aittir. Hayatta âdil olan çoğalırsa, futbol da payını alır. Çoğalmazsa, oyundan mucize beklemek yalnızca kendimizi kandırmaktır.

Futbol ve ahlâk üzerine düşünceler

✒️ Onur Özgen yazdı https://www.evrensel...

18.10.2025 04:04 — 👍 4    🔁 1    💬 0    📌 0
Post image

14 numaralı bir eve taşınınca, kapı numarasının nasıl olacağı da belli olmuştu.

17.10.2025 15:33 — 👍 0    🔁 0    💬 0    📌 0
Preview
Paul Thomas Anderson’dan hatırlanmaya değer bir klasik: “Savaş Üstüne Savaş” Devrim yapın ve sevişin. Paul Thomas Anderson’ın son filmi Savaş Üstüne Savaş’ın (One Battle After Another, 2025) ilk bölümünde kahramanlar, politik eylem ile haz arzusunu birlikte kovalayan …

Paul Thomas Anderson'ın yeni filmi "Savaş Üstüne Savaş"ı @vesaire.press için yazdım:

14.10.2025 09:01 — 👍 5    🔁 1    💬 0    📌 0
Post image

Bulgar futbolunun 90'lardan sonra yaşadığı düşüşün nedenlerini irdelediğim yazı dizisinin ikinci ve son bölümü bugün Evrensel'de.

Okumak için: www.evrensel.net/yazi/97866/b...

11.10.2025 10:01 — 👍 0    🔁 0    💬 0    📌 0
Post image

Türkiye'nin yarın akşam karşılaşacağı Bulgaristan, bir zamanlar Avrupa'nın en iyi futbol takımlarındandı. Peki aradan geçen yaklaşık otuz yılda Bulgar futbolu nasıl bu hâle geldi?

Yazının ilk bölümü bugün Evrensel'de.

Okumak için: www.evrensel.net/yazi/97855/b...

10.10.2025 14:48 — 👍 1    🔁 0    💬 1    📌 0
Post image

"Dünyanın her yerindeki futbol taraftarları, kendi ülkelerinin spor bakanlıklarına ve federasyonlarına, İsrail’in yer aldığı bir organizasyonda bulunmayı kabul etmemeleri için baskı yapmalı."

Bugün, Evrensel'de.

Okumak için: www.evrensel.net/yazi/97816/f...

04.10.2025 10:10 — 👍 1    🔁 0    💬 0    📌 0
Post image

Claudia Cardinale ve Robert Redford'a veda...

Bugün, BirGün Pazar'da.

Okumak için: www.birgun.net/makale/cardi...

28.09.2025 10:20 — 👍 4    🔁 0    💬 0    📌 0
Post image

"Anlatının yeni gerçekliğin temeli hâline geldiği sosyal medya çağında '1 numara olduğunu hissetmek', '1 numara olmanın' ön koşulu. Ya da en azından öyle görünmek -ki bu artık neredeyse aynı şey."

Bugün, Evrensel'de.

Okumak için: www.evrensel.net/yazi/97773/b...

27.09.2025 08:58 — 👍 1    🔁 0    💬 0    📌 0
Post image

Claudia Cardinale'nin bakışlarında Akdeniz vardı. Cilalanmış değil, yaşanmış bir güzelliğin özgürlüğü... Visconti'den Leone'ye, Fellini'den Zurlini'ye bütün ustalar, belki de bu yüzden ona hep dolu, canlı, kendinin farkında karakterler emanet etmişlerdi.

24.09.2025 21:05 — 👍 1    🔁 0    💬 0    📌 0
Preview
Doğru yolu yürümek artık gerçekten mümkün mü? Ayvalık Film Festivali’nde bu yıl birçok iyi film gördük. Bu filmlerin hepsini belirli bir yere koymak mümkün. Ama herhalde sinemada uzun zamandır Oliver Laxe’in üçüncü kurmaca uzun metrajı Sırat (…

Ayvalık Film Festivali'nde çoğu insan gibi benim için de en etkileyici film, Oliver Laxe'in "Sırat"ıydı.

Gerçek anlamda baş döndürücü bir film.

@vesaire.press için yazdım:

23.09.2025 15:33 — 👍 1    🔁 1    💬 0    📌 0
Preview
Onca kötülük varken İnsan hayatındaki en önemli kırılmalar çoğu zaman tesadüflerle gelir: Bir karşılaşma, bir yere tam o anda varış ya da düpedüz bir kaza. Bir mekana girip girmemek bile sonraki her şeyi değiştirebili…

Ayvalık Film Festivali dün bitti, geriye üzerine konuşulması gereken filmler kaldı.

Onlardan biri, Cannes'dan Altın Palmiye'yle dönen Cafer Penahi'nin "Görünmez Kaza" (It Was Just an Accident) filmi.

@vesaire.press için yazdım:

22.09.2025 14:15 — 👍 4    🔁 1    💬 0    📌 0
Preview
Bildiğiniz bütün soygun filmlerini unutun 1970’lerin Massachusetts’inde Arthur Dove’un dört tablosunu hedef alan sakil bir soygunun kara mizahı üzerinden Amerika ve orta sınıf hakkında giderek acılaşan bir düşünce kuran, daha sonra Trumpçı…

Ayvalık Film Festivali notlarına hız kesmeden devam.

Sırada Kelly Reichardt'ın merakla beklenen yeni filmi "The Mastermind" var.

@vesaire.press için yazdım:

21.09.2025 08:11 — 👍 2    🔁 1    💬 0    📌 0
Preview
Sinemanın sınırlarını zorlayan tekinsiz bir film: “Düşüşün Tınısı” Aynı sözcük art arda çokça tekrarlandığında gösteren gösterilenden kopar, anlamını yitirerek boş bir kabuğa dönüşür ve hayaletimsi bir hal alır: küçük Alma (Hanna Heckt), “iş kazası” ifadesini yine…

Ayvalık Film Festivali'nde beşinci güne geldik.

Festivalin şimdiye dek uzak ara en ayrıksı filmi, Mascha Schilinski'nin Cannes'dan Jüri Ödülü'yle dönen "Düşüşün Tınısı" (Sound of Falling) üzerine...

@vesaire.press için yazdım:

20.09.2025 16:24 — 👍 3    🔁 1    💬 0    📌 0
Preview
Petzold’un hayaletleri hayata dönüyor: “Aynalar No. 3” Christian Petzold, yeni filminde sanki sinemasının tematik hırsını ve karmaşıklığını yeniden ölçeklendiriyor. Aynalar No. 3  (Mirrors No. 3, 2025) “küçük” bir film, hatta Kızıl Gökyüzü’nden (…

Ayvalık Film Festivali'nde en merak ettiğim filmlerden, Christian Petzold'ün yeni filmi "Aynalar No. 3" üzerine...

@vesaire.press için yazdım:

19.09.2025 15:21 — 👍 3    🔁 1    💬 0    📌 0
Preview
Toprağa ağıt: “İki Dünya Arasında” Ayvalık Uluslararası Film Festivali’nin ikinci gününde gösterilen Huo Meng’in ikinci uzun metrajı İki Dünya Arasında (Living the Land, 2025), çiftçi bir aileye yakından bağlanarak, ustalıklı bir şe…

Ayvalık Film Festivali günlüklerine devam...

Sıradaki yazı, Huo Meng'e Berlin'de en iyi yönetmen ödülü getiren ikinci uzun metrajı "İki Dünya Arasında" üzerine.

@vesaire.press için yazdım:

19.09.2025 09:51 — 👍 1    🔁 1    💬 0    📌 0
Preview
Ben buradayım, sen neredesin? Joachim Trier, Cannes’daki basın toplantısında şöyle demişti: “Kutuplaşma, öfke ve maço tavırlar ilerlemenin yolu değildir. Şefkat yeni punk’tır.” Türkiye prömiyerini Ayvalık Uluslararası Film Fest…

Geçen gece Ayvalık Uluslararası Film Festivali'nin açılışında seyrettiğimiz, Joachim Trier'in "Manevi Değer" filmi üzerine yazdım:

vesaire.press/ben-buradayi...

18.09.2025 09:34 — 👍 1    🔁 0    💬 0    📌 0
Post image

Bu yıl Ayvalık Uluslararası Film Festivali'nde dikkatimi çeken filmleri @vesaire.press için yazacağım. Takipte kalınız.

16.09.2025 13:23 — 👍 2    🔁 0    💬 0    📌 0
Post image

Ölümünün üçüncü yılını idrak ettiğimiz Jean-Luc Godard üzerine...

Bugün, BirGün Pazar'da.

Okumak için: www.birgun.net/makale/sonsu...

14.09.2025 13:01 — 👍 1    🔁 0    💬 0    📌 0
Preview
Sonsuza dek Godard Godard etrafına bakar, çağdaş sanatın eğilimlerini kendi terimleriyle, yani sinemasal terimlerle çevirirdi. Belki kendini bir tür “minyatür Duchamp” olarak görmek istemişti: Duchamp nasıl yapıtın sonu...

Sonsuza dek Godard

Gazeteci Onur Özgen, #BirGünPazar için yazdı
www.birgun.net/makale/sonsu...

14.09.2025 06:49 — 👍 3    🔁 2    💬 0    📌 0
Post image

"Tedesco, Fenerbahçe’ye kısa vadede bir oyun stabilizasyonu, orta vadede de esnek bir oyun kimliği sağlayabilir. Ama Fenerbahçe ona ihtiyacı olan zamanı verir mi? Bütün mesele bu."

Bugün, Evrensel'de.

Okumak için: www.evrensel.net/yazi/97681/t...

13.09.2025 10:00 — 👍 1    🔁 0    💬 0    📌 0
Preview
Tedesco ve Fenerbahçe: Doğru insan, yanlış zaman José Mourinho ile apar topar yolları ayıran Fenerbahçe, geçtiğimiz günlerde Domenico Tedesco ile iki yıllık sözleşme imzalayarak teknik direktörlük koltuğunu genç bir “oyun mühendisi”ne teslim etti. Peki bu ne kadar doğru bir seçim oldu? Fenerbahçe, Tedesco’dan ne beklemeli? Bunun cevabı için Tedesco’nun kariyerine bir göz atmak gerekiyor. Aue’den Schalke’ye, Leipzig’den Belçika’ya Tedesco’nun üst düzey sahneye çıkışı, 2017’de Erzgebirge Aue’deki kısa ama etkili performansıyla başladı; aynı yıl Schalke 04’de teknik direktör oldu. Schalke, 2017-18 sezonunu Bundesliga ikincisi olarak tamamladı; bu, kulübün 2009-10’dan beri en iyi lig derecesiydi ve Tedesco’da oyun estetiği kadar sonuç odaklılığın da güçlü bir karşılığının olduğunun göstergesiydi. Schalke’de ertesi sezon yaşanan düşüşse genç bir teknik direktörün büyük kulüp baskısıyla ilk ciddi yüzleşmesiydi. Buna rağmen Tedesco’nun analitik anlatısı ve risk yönetimi, onu Almanya’da “laptop teknik direktörü” tartışmasının merkezine yerleştirdi. Dönemin Alman basını, onu bir yandan disiplin ve düzenin sembolü, öte yandan romantik beklentileri “fazla taktik odaklı” bulan kesimler için bir hedef olarak okudu. Bu çift yönlü algı, Tedesco’nun saha içi-saha dışı dengesini nasıl kurduğunu anlamak açısından önemli bir arka plan sunuyor. Aralık 2021’de RB Leipzig’e geçen Tedesco, takımı orta sıralardan alıp kısa sürede Şampiyonlar Ligi yarışına soktu; Mayıs 2022’de Leipzig, kulüp tarihindeki ilk büyük kupasını (Almanya Kupası) onunla kazandı. Buradaki ana tema, kadro profilini “esnek savunma blokları+hızlı geçişler” ekseninde yeniden ayarlamak ve hücumda akışkanlığa alan açmaktı. Şubat 2023’te Belçika Millî Takımı’nın başına geçen Tedesco, turnuva futbolunun kısa döngülü gerçekleriyle tanıştı. EURO 2024’te Belçika son 16’da Fransa’ya elenirken, sonraki aylarda federasyonla yapılan değerlendirme sonucunda birliktelik Ocak 2025’te resmen sonlandırıldı. Bu kesit, Tedesco’nun millî takım tecrübesini, kulüp düzeyine geri döndüğünde daha pragmatik bir “kaynak-süre-hedef” matematiğine çevirmesi için kritik bir veri havuzu olarak okunmalı. Çalışma felsefesi Tedesco’nun güçlü tarafı, oyuncuyu taktik planın pasif uygulayıcısı değil ortak aklın bir parçası hâline getirmesi. Schalke döneminde verdiği kapsamlı bir röportajda, oyuncuların taktik planlamaya nasıl aktif katıldığına ve “gelişim” fikrinin nasıl somut hedeflere çevrildiğine odaklanıyordu. Bu söylemi, kuşkusuz modern bir metodolojiye dayanıyor: Haftalık mikro döngülerde net olarak kararlaştırılan takım içi roller, sade ama tekrar edilen saha içi prensipleri ve video analiziyle desteklenen karar toplantıları. Tedesco, kulüp ya da millî takım fark etmeksizin “iyi atmosfer”in yönetim piramidinin (futbol direktörü, CEO, başkan) ortak taahhüt üretmesine bağlı olduğunu vurgular. Bu, Türkiye’de sıkça tartışılan “organizasyonel sabır” konusuyla doğrudan ilintili. Zira Türkiye’de teknik direktörlerin başarı-başarısızlık döngülerini hızlandıran unsurlardan biri, yönetim kadrolarıyla yetki ve hedef paylaşımının kısa sürede aşınmasıdır. Tedesco ise karar zincirinde netlik arar; bu netlik sağlandığında, saha içi-saha dışı mesaj birliği oluşur ve oyuncu davranışına doğrudan yansır. Fakat Tedesco’nun bu anlamda Fenerbahçe’de aradığı ortamı bulması elbette kolay değil. Zira Avrupa’da gelebileceği en sorunlu ülkeye geldiğini ve o ülkenin en sabırsız kulübünün başına geçtiğini, bu yüzden işinin hiç de kolay olmayacağının altını çizmek gerek. Taktik çerçeve Tedesco’nun oyunu, esneklik ve disiplin üzerine kurulur. Leipzig’de üçlü-dörtlü savunma geçişleri, blok kompaktlığını bozmadan önde baskıya alan açmak içindi; hücumda ise “hatlar arası bağlantı+dikey hızlanma” kalıpları öne çıktı. Bu yaklaşım, top rakipteyken mesafe yönetimi, top kendisindeyken pas istasyonlarının doğru yükseklikte konumlanması prensipleriyle birlikte okunduğunda anlam kazanır. Belçika’da 4-4-2’yi baz alıp yerleşik hücumda 4-1-4-1’e dönüşen bir yapı kurarken orta blokta opsiyon çoğaltma ve hat kıran paslara koridor açma çabası belirgindi. Bu, Süper Lig’de “yerleşik savunmayı sabırla esnetip bir anda hızlanma” ihtiyacına denk düşen bir felsefe. Özetle Tedesco, yüksek baskı takımı kurmak kadar organizasyon seviyesi yüksek takım kurmayı da bilir. Rest-defence yerleşimleri ve ikinci top hazırlıkları onun setlerinin ayrılmaz parçasıdır. Oyunun “güvenlik şemsiyesi” tüm hücum kararlarının arkasında açıkça hissedilir. Krizlere yaklaşımı Schalke’de yaşadığı zirve ile türbülans arasındaki keskin geçiş, genç bir teknik direktörün olgunlaşma öyküsüydü. O süreçten kalan ders, estetik oyun ile sonuç oyunu arasındaki gerilimin medya ve taraftar dilinde hızla ivme kazanabildiği gerçeğiydi. Belçika’da son olarak yaşadığı, kaleci hiyerarşisi kaynaklı Courtois krizi ve EURO 2024’te son 16’ta elenişleri de onun kamuoyu yönetimi ve soyunma odası iletişimi adına zor sınavlardı. Tedesco’nun bir hayli sabırsız ve hemen sonuç görmek isteyen Fenerbahçe’de bu baskıları nasıl göğüsleyeceği, Türkiye’deki görev süresinin hem niteliğini hem de uzunluğunu belirleyecek. Fenerbahçe’de neler yapabilir? Tedesco’nun Fenerbahçe’ye getirebileceği ilk kazanım yapısal bir netlik olabilir. Özellikle takım savunmasında iki eksenin öne çıkması kuvvetle muhtemel: Ön alan presi: Yüksek presle merkezi kapatıp, rakibi kenarlara doğru oynamaya zorlamak ve topu kalabalık olunan dar alanlara doğru itip orada kazanmayı hedeflemek. Rest-defence sigortası: Hücum ederken oyun rakip yarı sahadaysa, top kaybına karşı arkada ya iki stoperin önünde bir defansif orta saha bırakmak (2+1), ya da üç savunmacıyla bir hat kurup arkayı sigortalamak. Bu iki eksen, Süper Lig’de sıklıkla görülen “geçiş hücumundan gol yeme” riskini düşürürken, hücumda “ikinci top baskısı” ve “kısa mesafede hızlanma” refleksini kalıcı hâle getirebilir. Hücum yerleşimindeyse Tedesco, kanat-iç koridor dengesini titizlikle kurmayı sever. Yarım alan koşuları ile savunma arkasına yapılan rotasyonlu sızmalar (kanat-iç forvet-bek üçgeni) ve ters kanat sekansları, Süper Lig’in blok hâlinde bekleyen savunmalarına karşı etkili çözümler olabilir. Burada kritik olan, ön hattın rakip savunmayı ilk pası nereye zorladığı ve orta sahanın pas açısı üretim kapasitesi olacaktır. Duran toplar konusunda da Tedesco takımları genellikle disiplinli varyantlar üretir; yakın direk koşuları, perdeleme ve ters koşu senaryoları, onun sık başvurduğu kalıplardır. Bu, iç saha maçlarında kilit açıcı bir fark yaratabilir. Leipzig döneminde görülen “kısa-uzun karışımı” korner planları, Fenerbahçe’nin mevcut profilleriyle hızlıca ölçeklenebilir. Sonuç: Fenerbahçe için riskli bir hamle Tedesco takımları, özellikle ilk evrede “yüksek parlaklıkta” görünmeyebilir; amaç, risk kontrolü ve alan dengesini oturtmaktır. Bu yüzden onun futbolunun “fazla planlı” ve “heyecansız” olmakla suçlanma riski, hele ki Türkiye’de bir hayli yüksek. Tedesco, Almanya’da da bu tartışmayı fazlasıyla yaşamıştı; lâkin Schalke’de elde ettiği lig ikinciliği ve Leipzig’e tarihinin ilk büyük kupasını kazandırması, bu metodun sonuç üretebildiğini göstermişti. Dolayısıyla Fenerbahçe’de iletişimin bir ayağı, takımın olumlu yöndeki “performans göstergelerini” kamuoyuyla yalın bir şekilde paylaşmak olabilir. Bu, medya ve taraftarlar nezdinde az görünür saha içi faydaların anlaşılmasını kolaylaştırır. Tedesco’nun gelişi, Fenerbahçe’nin kısa vadede bir oyun stabilizasyonu, orta vadede de esnek bir oyun kimliği edinmesini sağlayabilir. 40 yaşındaki İtalyan teknik direktör, futbolu mistik sırlar yerine tekrarlanabilir prensipler üzerinden okuyan bir isim. Doğru bir projeyle kuşatıldığı ve sabırla korunduğu takdirde, sarı-lacivertlilerin oyununu daha dayanıklı, daha akışkan ve daha öngörülebilir kılabilir. Ama tarihinin en uzun şampiyonluk hasretini yaşadığı bir dönemde, Fenerbahçe ona ihtiyacı olan zamanı verir mi? Bütün mesele bu.

Tedesco ve Fenerbahçe: Doğru insan, yanlış zaman

✒️ Onur Özgen yazdı https://www.evrensel...

12.09.2025 21:05 — 👍 1    🔁 1    💬 0    📌 0
Post image

"Mourinho’nun asıl rakibi, karşı kulübenin hocası değil; kendi geçmişi. Ve o geçmiş, güncel oyunun hızına yetişemediğinde kendisine karşı döndü."

Bugün, Evrensel'de.

Okumak için: www.evrensel.net/yazi/97649/m...

07.09.2025 11:01 — 👍 1    🔁 0    💬 0    📌 0
Preview
Ruhundan tramvaylar geçen adam: Ferhan Şensoy Türkiye’de tiyatronun seyrini anlamak çoğu zaman siyasi kırılmaların, kültürel yönelimlerin ve kentsel yaşamın ritmini birlikte okumayı gerektirir. Tanzimat’la başlayan Batılılaşma arzusunun, II. M…

Ferhan Şensoy’un tiyatrosu, bir yandan Karagöz, meddah, ortaoyunu mirasının canlı damarlarını bugüne taşırken, öte yandan epik anlatı, kabare, absürt ve kara mizah gibi modern biçimlerden beslenen eşsiz bir sahne diline sahipti.

01.09.2025 08:16 — 👍 5    🔁 2    💬 1    📌 0
Post image

Dört yıl önce bugün, özlü gizemlere eren Ferhan Şensoy üzerine...

Bugün, BirGün Pazar'da.

Okumak için: www.birgun.net/makale/ferha...

31.08.2025 12:24 — 👍 1    🔁 0    💬 0    📌 0
Post image

"Türk futbolunda, sorunları içerideki çalışmayla onarmak yerine dışarıdan bir 'kurtarıcı' çağırarak çözme kanaati, her şeyi ele geçirmiş durumda. Oysa futbolda ilerleme, isimlerin değil alışkanlıkların toplamıyla doğar."

Bugün, Evrensel'de.

Okumak için: www.evrensel.net/yazi/97595/t...

30.08.2025 10:31 — 👍 3    🔁 0    💬 0    📌 0
Post image

"Türkiye’de futbol kulüplerinin en zorlandığı şey, başlangıç değil, devamı yönetmek. Başlangıç için her zaman enerji, dikkat ve kaynak bulunabilir; devam için ise disiplin, ölçüm ve sabır gerekir."

Bugün, Evrensel'de.

Okumak için: www.evrensel.net/yazi/97556/s...

23.08.2025 09:03 — 👍 2    🔁 0    💬 0    📌 0
Preview
Süper Lig’de yeni sezon başladı: Peki tam olarak yeni olan ne? Türkiye’de her futbol kulübü yeni sezona taptaze bir hikâyeyle girer. Fakat bu hikâyelerin çoğunda ortak bir sorun vardır: Başlangıç noktası, bir önceki sezonun devamı değil, ondan bağımsız bir sayfa gibi kurgulanır. Bunu bir “hafıza kaybı” metaforuyla açıklamak kolay; ancak asıl mesele, kurumların nasıl çalıştığıyla ilgilidir. Türkiye’de futbol kulüplerinin önemli bir bölümü, spor işletmesi olmaktan çok, sürekli güncellenen bir “vaat yönetimi” mekanizması gibi işliyor. Burada vaat yönetimini, baskıyı kısa süreliğine düşüren, görünürlüğü yükselten, hesap vermeyi durmadan erteleyen ve meşruiyeti medyatik başarılara bağlayan bir siyaset tarzı olarak algılayabilirsiniz. Bu yazı, “Neden hep yeniden başlıyoruz?​” sorusuna ekonomik, örgütsel ve kültürel açılardan bakıyor; ardından pratik bir dönüşüm planı öneriyor. Plan değil kampanya İyi yönetilen bir kulüp ile kötü yönetilen bir kulüp arasında somut bir ayrım vardır: Biri plan yapar, diğeri kampanya üretir. Plan, dış koşullar değiştiğinde bile omurgasını koruyan bir dizi kural ve önceliktir; kampanya ise kısa vadeli dikkat çekme çabasıdır. Plan, bir fikri kurumsallaştırır; kampanya, fikri şahıslara bağlar ve sonuç gelmediğinde o şahısları değiştirir. Türkiye’de sezon öncesi kampanyaları, çoğu kulüpte planın yerini alıyor. Bu yüzden de rol yerine isim transfer ediliyor. Kadroya örneğin belirli tipte bir sekiz numara değil de “tanınmış oyuncu” ekleniyor. Takım mimarisi kısa vade odaklı kuruluyor. Teknik direktör ve oyuncuların sözleşmelerine “hemen etki” beklentisiyle büyük teşvikler yazılıyor, “tabela” odaklı performans primi ağırlık kazanıyor. Kadro sirkülasyonu yönetilemiyor. Aynı yaz penceresinde hem omurga hem de yan parçalar aynı anda değişiyor, böylece soyunma odası hafızası kayboluyor. Sonuç da doğal olarak bir sonraki yaz yine “yeniden başlamak” zorunda kalınması oluyor. Karar zinciri kopukluğu Kulüp içindeki karar zincirini dört halka olarak düşünebiliriz: Başkan/yönetim, icra kurulu (CEO/futbol direktörü), teknik ekip ve analitik-performans birimleri. Türkiye’de sorun, bu halkaların aynı hedefe kilitlenememesi. Başkan/yönetim “bu sezon tek hedefimiz şampiyonluk” gibi kampanya diliyle konuşurken; futbol direktörü kadroyu gençleştirmekten bahsediyor, teknik direktör üzerindeki aşırı beklentiler nedeniyle risk alamayan, muhafazakâr, donuk bir figüre dönüşüyor, analitik birim ise sadece rapor verip kenarda kalıyor. Bu kopukluk, her değişimde kurumsal bilginin de değişmesi demek. Oysa iyi işleyen modellerde teknik direktörler gelir gider, ama oyun çerçevesi sabit kalır. Teknik direktör işte bu çerçevenin uygulayıcısıdır, daha doğrusu öyle olmalıdır, bizdeki gibi “kurtarıcı” değil. Transferin psikolojisi: “Daha fazla” yanılsaması Türkiye’de transfer, bir ihtiyaç yönetiminden çok bir duygu yönetimi aracına dönüşmüş durumda. Taraftarın güveni, çoğu zaman transfer sayısı ve isminin büyüklüğüyle ölçülüyor. Yönetimler de bu psikolojiye teslim oldukça, planlı az değişiklik yerine plansız çok değişiklik yapılıyor. “Daha fazla” hareket, “daha iyi” sonuç doğurmuyor; tam tersine, takımın koordine olma süresi uzuyor. Süre uzadıkça sabırsızlık artıyor, sabırsızlık arttıkça yeni değişiklikler tetikleniyor. Kısır döngü böyle kuruluyor. Transferin bir işletme süreci olduğu unutuluyor: Profil tanımı, veri ve gözlem, sağlık ve performans risk analizi, bütçe dengesi, takım mimarisi, rol entegrasyonu… Bu zincir bozulduğunda, transferler bir şova dönüşüyor. Oysa iyi yönetilen kulüpler, transferi bir gösteri nesnesi olmaktan çıkarıp bir ihtiyaç listesi hâline getirir. Taraftar ve iletişim: Bilinmeyene sabır yok Taraftarların sık sık sabırsız olduğu söylenir. Aslında taraftar, belirsizliğe sabırsızdır. Kulüp, sezon başında neyin peşinde olduğunu net olarak anlatabiliyorsa; yenilgiler kıyamet gibi yaşanmaz, galibiyetler de göklere çıkarılmaz. Türkiye’de pek çok kulüp ise planını saklıyor; çünkü hedefleri “gerçekçi” sunduğunda tepkiden çekiniyorlar. Oysa bu sakınma, güvensizliği büyütüyor. Şeffaflık, performansı kendiliğinden artırmaz belki; ama sabır talep etme hakkını üretir. Bu unutuluyor. Medya ekonomisi: Reytingin yan etkisi Futbol medyası da bu döngünün parçası. Spekülasyon, transfer haberleri, kriz dili her zaman dikkat çekiyor; buna karşın futbolun kendisine dair içerikler ise daha niş görünüyor. Kulüpler, gündem yönetimini krizi beslemeden yapmayı başaramayınca, zaten kırılgan olan ortamı daha kırılgan hâle getiriyorlar. Bu, gazetecilikle kavga edilmesi gerektiği anlamına gelmiyor; tam tersine, kulübün kendi stratejisini anlatması, basın toplantılarında teknik-taktik içeriği artırması gerekiyor. Ama tartışmanın çerçevesini kulüp belirlemeyince, boşluğu spekülasyon dolduruyor. Transfer takvimi: Pazar açık diye illa alışveriş yapılmaz Transfer penceresinin Türkiye’de diğer liglere göre daha geç kapanması, bir fırsat gibi görünüyor. Fakat lig başladıktan sonra yapılan ana kadro hamleleri, antrenman periyotlamasını bozuyor, takım içi bütün roller, tüm düzen tekrar yazılıyor. Bu da sezonu, haziran ayında yaptığınız planı revize etmekle geçirmenize yol açıyor. Denetim ve regülasyon Genç oyuncu teşvikleri, harcama limitleri ve lisanslama kriterleri tek başına mucize değildir. Türkiye’de bütün futbol tasarımı baştan hatalı olduğu için, takımlar “kâğıt üzerinde genç” ama sahada sıfır dakika gören oyunculardan geçilmiyor, amaç şaşıyor. Regülasyonun işe yaraması için ölçüm ve yaptırım mekanizması kadar basitlik de önemlidir. Kulüpler, sık değişen kuralları okumak yerine “kurnazlık” aramaya meylediyor. O yüzden bu konuda temel iki ilke gerekiyor: Öngörülebilirlik ve şeffaf puanlama. Kurallar orta vadede sabit kalmalı; kulüpler yatırımını ona göre planlamalı. Hangi aksiyonun hangi ödül/cezayı doğurduğu anlaşılır bir tabloda kamuya açık olmalı. Sonuç: Başlangıcı değil devamı yönetmek Türkiye’de futbol kulüplerinin en zorlandığı şey, başlangıç değil, devamı yönetmek. Başlangıç için her zaman enerji, dikkat ve kaynak bulunabilir; devam için ise disiplin, ölçüm ve sabır gerekir. Sabır, sonuçtan bağımsız kör bekleyiş değildir; planını kamuya açıklamış bir kulübün, o plan doğrultusunda attığı adımları izlemek ve makul süre tanımaktır. Kulübün bir planı varsa, bu plan taraftarın sabrının da zemini olur. Plan yoksa, sabır talebi bir retorikten ibaret kalır. Vaat yönetimi, kısa süreli huzur sağlar; ama kulübü büyütmez. Kulübü büyüten, yılın on ikinci ayında “Bu sezon nereden nereye geldik?​” sorusuna veriyle cevap verebilmektir. Fakat her yaz aynı sorular aynı tonla soruluyorsa ve bu sorulara gerçekçi bir cevap verilemiyorsa, sorun kişilerde değil, yöntemdedir. Yöntemi değiştirmek ise büyük laflardan çok küçük disiplinlerle başlar. Bir kulüp bunları uygulamaya başlayabiliyorsa, yeni sezona “yeniden” değil, artı bir ile başlar. O artı bir, birikmeye başladığında, tesadüfler yerini tekrarlara; tekrarlar ise kültüre bırakır. Kültür oluştuğunda da gerisi gelir. Çünkü en nihayetinde başarı, nasıl başladığınızla değil, nasıl sürdürdüğünüzle ilgilidir.

Süper Lig’de yeni sezon başladı: Peki tam olarak yeni olan ne?

✒️ Onur Özgen yazdı https://www.evrensel...

23.08.2025 02:45 — 👍 3    🔁 1    💬 0    📌 0

@onurozgen is following 19 prominent accounts