Timuçin GÜVEN

Geçmişte, güvenilirlik vasfını koruyan çok insan vardı. Eskilerin karakteristik yapıları daha belirgin, ilkeleri daha istikrarlıydı. Bugün ise çağın dinamikleri, güven ilişkilerini sürekli yeniden inşa etmeyi zorunlu hale getiriyor.

Güven bir defa kurulan ve sonsuza kadar aynı kalan bir şey değildir; davranışlarla her gün ya pekişir ya da zayıflar.

Bazen bir nefeslik melodi, etkisini bütün güne yayar 🍂

Ve edemeyeceğini bildiği için işi oldubittiye getirip Meclis’ten kapalı kararla geçirmeye kalkarsa, böyle bir sonucu halk meşru kabul etmez.

hangi toplumsal talepleri temel alacaklarını ortaya koymalı. İnsanların bu sürece neden şüpheyle yaklaştığını, neden güven duymadığını da anlamaya çalışmalılar. Çünkü bu sorulara açık açık yanıt veremeyen bir irade, halkı ikna da edemez.

Milletin gündeminde böyle bir talep yokken,biri çıkıp önce bu ‘Kürt meselesi’ nedir,gerçekten var mı, kim için ve ne şekilde tanımlanıyor ve bunu açıklamalı.Ardından da en kapsayıcı anayasa ve yeni bir toplum sözleşmesini neye göre oluşturacaklarını,

Milletin kaderini tayin edecek, toplum sözleşmesini kökten etkileyecek bir mesele; Meclis’te kapalı kapılar ardında alınacak kararlarla yürütülemez. Bu süreç açık, şeffaf ve halkın bilgisi dahilinde olmak zorundadır.

66. madde, modern ulus devletin temel taşıdır. Vatandaşlık bağı üzerinden tanımlanan Türk kimliği, etnik fark gözetmeksizin herkesi kapsar. Bu anlayış, toplumsal birlik ve anayasal eşitliğin garantisidir.

Akın Öztürk: “Kurban Seçildim... Akar, Güler ve Ünal İşi Bana Yıktılar” - Müyesser Yıldız 15 Temmuz darbe teşebbüsünün 1 numarası olduğu suçlamasıyla 141 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan ve 9 yıldır hapiste olan eski orgeneral Akın Öztürk, “Aldığım devlet terbiyesi, k...

Kimlerin hangi rolleri oynadığı, kimin gerçekten neye hizmet ettiği, kamuoyunun hangi bilgiyle yönlendirildiği soruları, bunca yıl sonra bile net bir şekilde cevaplanmamışken; bu pilav daha çok su kaldıracak.

muyesseryildiz.com/2025/08/06/a...

2020'deki bir araştırmaya göre 68 rektörün uluslararası akademik yayın sayısı SIFIR!!!

Şu an altyapısı sınırlı ama talep hızla artıyor… Yani bu teknoloji, ileride çok daha fazla konuşulacak gibi duruyor.

Hidrojen teknolojisi, küresel planlamalarda öncelikle ağır taşıma ve sanayi alanları için düşünülmüştü. Bu yüzden elektrikli araçların biraz gerisinden geliyor.
Ama önümüzdeki yıllarda, özellikle uzun menzil ve hızlı dolum avantajıyla, hidrojenli araçlar elektriklilerin bile önüne geçebilir.

Bu anlatı bilimsel bir mutlaklık değil, bir yaklaşımdır.
Ama bir şeyi kesinlikle düşündürüyor:

Acaba “gerçek” dediğimiz şey sadece çözümlenmiş frekanslardan mı ibaret?

Ve eğer öyleyse… Sen kimsin?

Sonuç?
Sen bir “biyolojik alıcı-vericisin”.
Her an bilgi alıyor, gönderiyor, çözüyor, yorumluyorsun.
Ama gördüğün şey belki de sadece içsel bir ekran yansıması.

Tıpkı Matrix gibi…

Bedenin %70’i sudan oluşuyor.
Su ise mükemmel bir iletken.
İçindeki tuz ve mineraller sayesinde elektriksel bilgiyi taşıyabiliyor.

Yani bedenin bir sinyal sistemi gibi çalışabiliyor…

2009’da The New Scientist dergisinin kapağında şu cümle vardı:

“You are a hologram?”
(Siz bir hologram mısınız?)

Altında ise:
“Evrenin kıyısından yansıyan bir hologram mısınız?” yazıyordu.

Sen bir hologram olabilir misin?

Fourier dönüşümü diye bir şey var.
Basitçe, görüntüyü ya da sesi dalga formuna çevirip tekrar çözümlemeye yarar.

Beyninin yaptığı şey tam olarak bu:
Dalga formundaki bilgiyi alıyor, çözüyor ve sana fiziksel gerçeklik olarak sunuyor.

Oxford’dan bilim insanları 2010’da şöyle dedi:
Altın oran atom altı düzeyde de var.
Atom altı frekanslar bile bu orana göre titreşiyor.

Evrenin alt yapısında bir “matematik” varsa, O zaman senin bedenin de bu matematiğe göre programlanmış olabilir.

Bu tam da hologramların çalışma prensibi gibi.
Aynı lazer ışığının ikiye bölünüp bir görüntü yaratması gibi.
İçine elini sokamazsın ama o görüntü sana “gerçekmiş” gibi gelir.

Aynı şey yaşadığın dünya için de geçerli olabilir mi?

Sen şu an bir sandalye görüyorsun diyelim.
Göz bebeklerinden geçen ışık bir sinyale dönüşüyor, beyne gidiyor.
Beyin onu “sandalye” olarak yorumluyor.

Ama aslında fiziksel olarak gördüğün şey sinyallerden ibaret.
Yani o sandalye… dışarıda değil, içeride.

Ve işin ilginç tarafı şu:
Beynin kristal hücrelerden oluşuyor.
Bu yüzden beş duyudan gelen bilgiyi üç boyutlu bir “dünya” olarak çözümleyebiliyor.

Ama bu dünya sadece zihninde var.

“Gerçek” dediğin şey, aslında beyninin frekans çözücüsüyle yorumladığı elektriksel sinyaller olabilir.

Yani dışarıda olan, içeride çözülüyor.
Tıpkı bir bilgisayarın gelen veriyi ekrana yansıtması gibi.

DNA kristal yapıda bir molekül.
Elektromanyetik dalgaları algılıyor.
Yani sadece genetik bir kod değil; bir veri anteni gibi davranıyor.

Belki de evrenin bilgi akışına da açık…

Her bir hücrede kristal zar var.
75 trilyon hücren var.
Her biri dış dünyayla iletişim kuran mini bir alıcı.

Ve bu hücrelerin içindeki DNA, spiral bir anten gibi çalışıyor.
Bilgiyi alıyor. Kodluyor. Gönderiyor.

Tıp alanında Prof. Bruce Lipton şöyle diyor:
“İnsan hücre zarları sıvı kristal yapıdadır.
Ve bu zarlar, dış çevreden gelen bilgiyi elektriksel sinyallere çevirir.”

Yani her hücren, evrenden gelen veriyi alıyor.
Sen farkında olmasan bile.

Radyo, bilgisayar, cep telefonu, TV, saat…
Hepsinde ortak olan ne?
Kristal yapı: Kuartz kristali.
Çünkü kristaller elektriksel frekansı alır, işler, dönüştürür.

Aynı şey senin için de geçerli olabilir.

📡 İnsan Bedeni = Kristal Alıcı-Verici mi?

İnsan bedeni gerçekten de bir bilgisayar olabilir mi?
Peki DNA bir anten mi?
Ya evren? O bir hologram olabilir mi?

(Flood başlıyor 👇)

Tam otomatik robot berberler şu anda teknoloji dünyasında aktif olarak deneniyor. Çoğu henüz deneysel ya da erken prototip aşamasında olsa da, bu sistemlerin yakın gelecekte yaygınlaşması bekleniyor.

Bugün hâlâ bu yapının Türkiye’deki faaliyetleri, üyeleri ve planları belirsiz. Ama “Da Vinci Şifresi Operasyonu” adı tarihe kazındı.

Bu yapı bir devlet değil ama devlet gibi davranıyor. Anayasası, üyelik kriterleri, diplomatik statüsü var.

Olayların sonunda Türkiye, “Malta Şövalyeleri”ni tanımadı. Bazı isimleri tutukladı, bazılarını ise serbest bıraktı. Ama mesele burada bitmedi.